Kadınlar ne ister?
Freud’dan1 Hollywood filmlerine kadar kafaları kurcalayan bu sorunun cevabını Nobel ödüllü iktisatçı Amartya Sen “yaşamak” olarak vermiş.
Sen, araştırmalarında Asya ve Kuzey Afrika’da cinsiyet eşitsizliği nedeniyle yeterli gıda ve sağlık hizmeti alamadığı için hayatını kaybeden 100 milyondan fazla kadına işaret ediyor.2 Sen’in “kayıp kadınlar” olarak adlandırdığı bu milyonlarca kadının yaklaşık 50 milyonu nefes alma şansına dahi sahip olmamış: Çin’in 35 yıl boyunca uyguladığı tek çocuk politikası, ileride aile ekonomisine katkı yapacakları ümidiyle erkek çocukları kız çocuklara tercih eden Çinli ailelerin kız bebek hamileliklerini sonlandırması (sex-selective abortion) ve kız çocukların henüz ana rahmindeyken cinsiyet ayrımcılığı ile karşılaşarak yaşam haklarının ellerinden alınması ile sonuçlanmış; durumun vahameti ise 2000’li yıllarda gözlemlenen demografik yapıdaki çarpıklıklarla anlaşılmış.3
Sayısı milyonları bulan kayıp kadınlar için tarih boyunca verilen mücadele siyasetten ekonomiye pek çok alanda hayatı etkilemiş ve vergi de bundan nasibini almış.
Marie Olympe de Gouges’den Rosie the Riveter’a
Kadınların ilk ses getiren eşitlik ve hak arayışı Fransız İhtilali’nin ardından başladı. “Eşitlik, adalet ve kardeşlik” kavramlarıyla özdeşleşen Fransız İhtilali, ne yazık ki, kadınlara pek bir şey sunmuyordu. “İnsan ve Yurttaş Hakları Evrensel Bildirgesi”nde (Déclaration des droits de l’homme et du citoyen de 1789) bahsi geçen “insan ve yurttaş” kavramlarının kadınları kapsamadığının anlaşılması üzerine, 1791’de dönemin devrimci kadınlarından Fransız oyun yazarı Marie Olympe de Gouge,
“Adam, sen, adil olabilir misin? Sana bu soruyu bir kadın soruyor. En azından bu hakkı ondan alamazsın. Söyle bana, benim cinsimi baskı altına alan, kendinden menkul iktidarı kim verdi sana? Gücün mü? Yeteneklerin mi?”4
sözleriyle başlayan “Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi”ni (Déclaration des droits de la femme et de la citoyenne) ilan etti. 5
Bu bildirge yüzünden Marie, “kadın cinsine yakışmayacak biçimde politika yapmaya kalkıştığı” gerekçesiyle giyotine gönderilirken, idamı Le Moniteur Universal Gazetesi’nde “büyük bir ders” olarak nitelendirildi.6 Kürsüde kadın ve erkek eşitliğini kabul etmeyen Devrimci Mahkeme, giyotinde kadın-erkek ayrımı gözetmemişti. Görünen o ki, eşitlik ve adaletin yılmaz savunucuları olan fransız devrimcileri, kadınların hak ve eşitlik talebini “bize kadar” şekilde yanıtlamışlardı.
Hüsranla sonuçlanan bu girişimin ardından kadınlar gereken dersi almamış olmalılar ki 19. yüzyılın sonunda meslek sahibi olma, eğitim görme, seçme ve seçilme gibi temel yurttaşlık hakları talepleriyle tekrar sahneye çıktılar. Birinci dalga olarak adlandırılan bu hareket neticesinde, Birleşmiş Milletler’e üye ülkelerin pek çoğunda kadınlar siyasi haklarını elde ettiler.7
Medeni ve siyasi hakların elde edilmesi, kadın hakları açısından bir son değil; başlangıçtı. Kadınların yerinin hala ev ve aile içinde olduğu düşünülüyor; iş hayatının bir parçası olabileceklerine ihtimal verilmiyordu. Ancak İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) sırasında erkeklerin cepheye gönderilmesiyle fabrikalar boşalmış ve işgücüne ihtiyaç doğmuştu. Amerikan kadınlarının fabrikalarda erkeklerden boşalan yerleri doldurmalarını sağlamak amacıyla hazırlanan ve “We can do it!” (Yapabiliriz!) sloganıyla hafızalara kazınan meşhur afişin kahramanı “Rosie the Riveter” (Perçinci Güllü) kısa zamanda pek çok kadının rol modeli olmuştu. Bir zamanlar mutfaklarında kurabiye pişiren kadınlar, artık fabrikalarda bomba ve tank inşa ediyordu. Ancak Perçinci Rosie’nin romantizmi çok uzun sürmedi. Savaşın sona ermesi ve erkeklerin cepheden geri dönmesiyle pek çok kadın işini bırakıp mutfağına dönmek zorunda kaldı.8 “Kadın ve iş” ile ilgili önyargıları kıramayan Rosie, cesaret ve vatanperverliğin bir simgesi olarak tarihteki yerini aldı.9
Oysa kadının çalışmasına karşı olan bu katı tutum yumuşamaya mahkumdu. Eğitim görmek ve meslek sahibi olmak isteyen kadın, elbette ki çalışmak isteyecekti. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın ardından gelen teknolojik ilerleme bir yandan ev işlerini kolaylaştırırken, diğer yandan kadınların zorlamadan yapabileceği iş imkanları yaratmaktaydı. Kadın çalışma hayatındaki yerini alırken, 1960’larda ikinci dalga olarak adlandırılan hareket başladı. Siyasi haklara odaklanan birinci dalgadan farklı olarak ikinci dalga, kültürel eşitsizliklere odaklanıyor; siyasi ve kültürel eşitsizlikleri birbirine bağlı olarak görüyordu. Kadınların aile içinde gördüğü şiddet ve baskının “ailenin mahremiyeti” ve “özel hayat” gibi gerekçelerle perdelenemeyeceği; bu sorunların kişisel değil, toplumsal sorunlar olduğu “The personal is political” (Kişisel olan siyasidir) sloganı ile özetleniyordu.10 Kadınlar kamusal alanda olduğu kadar özel alanda da eşitlik ve adalet istiyordu.
1990’ların ortalarında başlayan üçüncü dalga hareketler ise birinci ve ikinci dalgada göz ardı edilen konulara vurgu yapıyordu. Birinci ve ikinci dalgada kadınların bir sınıf olarak hakları gözetilirken, üçüncü dalga kadınların bireysel farklılıkları ve bu farklılıklar nedeniyle karşı karşıya kaldıkları sorunlar için bir savaş başlatıyordu.
Özetle, Marie Olympe de Gouges’den bu yana toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile mücadele etmek adına siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik alanda pek çok adım atıldı. Haliyle vergi politikası da bu değişimlerden nasibini aldı.11
Aşk, Evlilik ve Vergi
“Kadın” ve “erkek” yan yana gelince akla gelen ilk şey pek tabii ki “aşk” ve “evlilik”. Aşkla birleşen gönüller, çiftlerin hayallerini ve umutlarını birleştirir. Ancak kimi gelir idarelerine göre birleşen yalnızca gönüller ve hayaller değil, aynı zamanda gelirlerdir. Dünyada “birlikte beyan” (joint filing) olarak adlandırılan Türkiye’de ise 1998’e kadar “aile reisi beyanı” adı altında uygulanan bu sistemde eşlerin gelirleri bir sepette toplanarak vergilendirilir.
Sosyal hayatta kadının yerinin bir yansıması olan bu vergisel sistem iki temel gerekçeyle topa tutuluyor. Birincisi, “aile reisi” sıfatıyla erkeği muhattap kabul eden bu beyan tipi, aile içinde bir hiyeyarşi yaratarak kadını ikinci sıraya koyuyor. İkincisi ise erkeğin gelirinin ailenin esas geçim kaynağı, kadının gelirinin ise ikincil gelir kaynağı olarak görüldüğü bir toplumsal düzende, bu sistem kadının gelirinin doğrudan yüksek gelir dilimine isabet eden orandan vergilendirilmesi ile sonuçlanıyor.12 Bu sebeple, birlikte beyan sisteminin sona erdirilmesi, kadın-erkek eşitliğini sağlamak üzere vergisel alanda yapılması gereken değişiklerin başında sayılıyor.13
Dürüst olmak gerekirse, birlikte beyan sisteminden (joint filing) bireysel beyan sistemine (individual filing) geçiş sembolik olarak olumlu bir adım olarak görülürken, bu geçişin mucizeler yaratması da beklenmiyor. Nitekim kanun dilinde eşitliğin sağlanması, uygulamada eşitliğin sağlanacağını garanti etmiyor.14
Kazan Kazan!
Erkeklerden farklı olarak, kadınlar için çalışma kararını vermek her zaman çetrefilli bir iş olmuştur. Erkekler maaş tutarı ve kariyer planı gibi değişkenlerle karar verirken, kadınlar aynı zamanda evin dışında çalışmanın alternatif maliyetini de hesaplamak zorundadır. Gerçekten de kadınlar, herhangi bir ücret almadan yaptıkları ev işleri ve çocuk bakımını kısmen de olsa bir başkasına devretmenin ve/veya işten eve dönünce yapılmayan işleri yaparak çift mesai yapmanın maliyetini de hesaba katarak çalışma kararını alırlar.15 Bu durum, iktisat dilinde “kadın emek arz esnekliğinin yüksek olması”na karşılık gelir.16
İşte tam bu noktada iktisatçılar hem kadınları çalışmaya teşvik edecek hem de etkinliği sağlayacak bir çözüm önerisi ile geliyorlar. Kadın emek gelirlerinin düşük oranda vergilendirilmesinin hem eşitlik açısından hem de etkinlik ve sosyal refah açısından olumlu olacağını savunan iktisatçılar, görüşlerini Ramsey’in optimal vergilemeye ilişkin sunduğu “Ramsey Kuralı”na dayandırıyorlar. Gerçekten de yüksek esnekliğe sahip olan olan mal ve hizmelerin düşük, düşük esnekliğe sahip olan mal ve hizmetlerin ise yüksek vergilendirilerek verginin saptırıcı etkisinin minimize edilmek suretiyle etkinliğin sağlanacağını ileri süren Ramsey Kuralı, aynı zamanda kadınların vergi sonrası ücretlerini artırarak kadınları çalışmaya teşvik edecek adeta bir “kazan kazan” vergi politikası sunuyor.17
Çocuğa kim bakacak?
Ve kadınların çalışma kararını etkileyen ağır topu sona sakladım. Gerçekten de “Çocuğa kim bakacak?” sorusunun yanında beyan sisteminde ve vergi oranlarında yapılacak değişiklikler önemsiz kalıyor. Esas olarak yardımcı, bakıcı veya kreş, bakımevi gibi seçeneklere ilişkin uygulanacak politikalar, kadınların çalışma kararında belirleyici oluyor. Bu politikalar, doğrudan doğruya mali yardım sağlamak şeklinde olabileceği gibi çocuk bakımına ilişkin vergi indirimi, istisna ve mahsup gibi düzenlemeler de hayata geçirilebilir. Bu konudaki en güzel örneklerden biri, Türkiye’de 2018 yılında yürürlüğe girmiş olan kadın çalışanlara yapılacak kreş yardımının gelir vergisinden istisna18 edilmesidir. Benzer şekilde, kreş ve gündüz bakımevlerine ilişkin vergi istisnaları da toplumsal cinsiyete duyarlı vergi politikaları arasında saymak mümkündür.19
Mucizeler Beklenmiyor Ama…
Elbetteki bu vergisel düzenlemelerin tek başına kadına bakış açısını ve kadının toplumdaki yerini değiştirmesi imkansız. Nitekim cinsiyet eşitsizliği, ekonomik büyüme ve kalkınmadan20 demografik yapıdaki çarpıklıklara21 kadar pek çok sorun ile ilişkilendirilen siyasi, kültürel ve sosyal bir problem. Ancak her ne kadar toplumsal cinsiyete duyarlı vergi politikalarının mucizeler yaratması beklenmese de eğitim ve sağlık alanlarda izlenen kamu politikalarının vergi politikaları ile uyum içerisinde uygulanması halinde daha başarılı olacağı unutulmamalı ve bu politikalar vergisel düzenlemelerle desteklenmelidir.
Ayın Filmi
Bu sefer işin kolayına kaçtım ve kitap yerine bir film öneriyorum. Suffragette (2015) birinci dalga kadın hareketlerini konu alan ve keyifle izlediğim bir film oldu. Sizlere de iyi seyirler dilerim…
- Sigmund Freud, “Was will das Weib? (Bir kadın ne ister?)” sorusunu Marie Bonaparte’a yazdığı mektuplardan birinde sormuştur (Ernest, J. (2004) Freud Hayatı ve Eserleri, Kabalcı, s. 523.) ↩
- Sen, A. (1992) “Missing Women: Social Inequality Outweighs Women’s Survival Advantage in Asia and North Africa” British Medical Journal, Vol. 304/6827. ↩
- Hesketh, T., Lu, L., Xing, Z. (2005) “The Effect of China’s One-Child Family Policy after 25 Years” The New England Journal of Medicine Vol. 353/1, s.1173; Coale, A. Banister, J. (1994) “Five Decades of Missing Females in China” Demography Vol. 31, s. 459; Lofstedt, P. et al. (2004) “Abortion patterns and reported sex ratios at birth in rural Yunnan, China” Reproductive Health Matters Vol. 12, s. 86. ↩
- http://www.fmyv.es/ci/in/women/3.pdf . ↩
- http://www.fmyv.es/ci/in/women/3.pdf. ↩
- Berktay, F. (2003) Tarihin Cinsiyeti Metiskitap ↩
- Berktay, F. (2004) “Kadınların İnsan Haklarının Gelişimi ve Türkiye” Sivil Toplum ve Demokrasi Konferans Yazıları No. 7, s. 8. ↩
- Kossoudji, S. Dresser, L. (1992) “The End of a Riveting Experience: Occupational Shifts at Ford After World War II” The American Economic Review, Vol. 82, No. 2, pp. 519-525. ↩
- Nichols, N. (1993) “Whatever Happened to Rosie the Riveter” Harvard Business Review, Vol. 7. ↩
- Krolokke, C. Sorensen, A. (2006) “Three Waves of Feminism: Form Suffragattes to Grrls” Gender Communication Theories and Analyses: From Silence to Performance. ↩
- Stotsky, J. (2006) “Gender Budgeting” IMF Working Paper WP/06/232, s. 23. ↩
- Kornhauser, M. (1993) “Love, Money, and the IRS: Family, Income-Sharing, and the Joint Income Tax Return” Hastings Law Journal Vol. 45/1; Stotsky, J. (1997) “How Tax Systems Treat Men and Women Differently?” Finance&Development, s. 31; McCaffery, E. (1993) “Slouching Towards Equality: Gender Discrimination, Market Efficiency, and Social Change” Yale Law Journal, Vol. 103/3, s. 617-619. ↩
- Çağan, N. (1982) Vergilendirme Yetkisi, Kazancı Yayınları, İstanbul, s. 156. ↩
- Alstott, A. (1996) “Tax Policy and Feminism: Competing Goals and Institutional Choices” Colombia Law Review, Vol. 96/8, p. 2031-2033. ↩
- Alvarez, M. McCaffery, E. (1999) “Gender and Tax” Gender and Politics; Barnett, K. Grown, C. (2004) Gender Impacts of Government Revenue Collection: The Case of Taxation, Commonwealth Secretariat, p. 20. ↩
- Killingsworth, M. Heckman, J. (1987) “Female Labor Supply: A Survey” Handbook of Labor Economics, Vol. 1, p. 185; Himmelweit, S. (2002) “Making Visible the Hidden Economy: The Case for Gender-Impact Analysis of Economic Policy” Feminist Economics, Vol. 8/1, p. 53. ↩
- Boskin, M. Sheshinski, E. (1983) “Optimal Tax Treatment of the Family: Married Couples” Journal of Public Economics, Vol. 20, p. 281; McCaffery, E. (1993) “Slouching Towards Equality: Gender Discrimination, Market Efficiency, and Social Change” Yale Law Journal, Vol. 103/3, s. 657-659; Stotsky, J. (1997) “How Tax Systems Treat Men and Women Differently?” Finance&Development, s. 31; Apps, P. (1999) “Tax Reform, Idelogy and Gender” Sydney Law Review, Vol. 21/437, p. 448; Alesina, A. Ichino, A. Karabarbounis, L. (2007) “Gender Based Taxation and the Division of Family Chores” NBER Working Paper Series, Working Paper 13638. ↩
- 7103 sayılı Vergi Kanunları ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun 27.03.2018 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. ↩
- Kurular, G. (2018) “Türkiye’de Kreş ve Gündüz Bakımevleri Vergi İstisnalarının Bir İncelemesi” Vergi Dünyası Dergisi, Vol. 37/443, s. 53. ↩
- Sen, A. (1992) “Missing Women: Social Inequality Outweighs Women’s Survival Advantage in Asia and North Africa” British Medical Journal, Vol. 304/6827; Stotsky, J. (2006) “Gender and Its Relevance to Macroeconomic Policy: A Survey” IMF Working Paper, WP/06/233. ↩
- Sen, A. (1992) “Missing Women: Social Inequality Outweighs Women’s Survival Advantage in Asia and North Africa” British Medical Journal, Vol. 304/6827; Hesketh, T. (2005) “The Effect of China’s One-Child Family Policy after 25 Years” The New England Journal of Medicine Vol. 353/1. ↩